İstihdam
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2024 istihdam eğilimleri raporuna göre; küresel işsizlik oranının 2023’teki %5,1 seviyesinden %5,2’ye çıkacağı tahmin ediliyor. Raporda, çalışan yoksulluğunun da yükselmeye devam edeceği ve günlük 2,15 dolar ya da daha azıyla geçinen çalışan sayısı yaklaşık 1 milyon kişi arttığı belirtildi. ILO’ya göre, yeşil dönüşüm sürecinde 100 milyondan fazla iş yaratılması mümkün ancak yaklaşık 80 milyon kişi de işlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya.
Halbuki çok uzun zamandır dünyada bize refah vaadinde bulunan kapitalist sistemle yaşamaktayız. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, şu andan itibaren kapitalist sistemin bize sunduğu zorunlu büyüme mantığını bırakmamız gerekliliğinden bahsediyor. Büyüme mantığı, sonsuz bir tüketimi ve kaynakların sınırsız şekilde kullanılmasına yol açtı. Kapitalist sisteme karşı degrowth (küçülme veya na büyüme şeklinde çevriliyor) ekonomi, gereksiz üretimin önüne geçilerek, gereksiz tüketimin engellenebileceğini savunuyor. Toplumsal cinsiyet analizini ve gerekçelerini küçülme aktivizmi ve bilimine entegre etmeyi amaçlayan Feminizm ve Küçülme İttifakı (FaDA) veya Degrowth Alliance gibi kuruluşlar, küçülme alanında kesişimsel çalışmalar yapıyor.
Öte yandan, artık tüm ulusal ve uluslararası konferanslarda üçüz dönüşümden bahsediliyor. Hem yeşil hem dijital hem de toplumsal dönüşüm. Ekonomi, iklim, istihdam ve çevre konuları artık birçok ortak kümede buluşuyor. Kimseyi geride bırakmayan bir toplumsal dönüşüm mantığı olmadan, davranış değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine de ulaşmak mümkün olmayacaktır.
Dönüşüm ve Uyum
Bruno Latour, “Politiques de la Nature (Politik Ekoloji)” adlı eserinde; “İnsanlar artık insan olmayan varlıklar olmaksızın politikayla uğraşamazlar.” ve “Demokrasi sorusu, insan olmayanları da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.” şeklinde tespitlerde bulunur. Bu çok kıymetli bir bakış açısı; çünkü artık sadece insanlığı düşünerek hareket etmemiz mümkün değil. Doğa bize bunu iklim değişikliği ve sonuçlarıyla gösterdi. Attığımız herhangi bir adımı, sürdürülebilirlik lensi ile atmalıyız ki adil bir dönüşüm gerçekleşsin. İnsan eliyle doğaya verdiğimiz zararların artık başka bir tanımı var. Bunun adı da eko-kırım ve Avrupa Birliği tarafından alınan yeni bir kararla, eko-kırım çevre suçlarının altında bir suç olarak kabul edildi. Bu durum, benim de bir parçası olduğum İklim Adaleti Hukukçu Ağı tarafından uzun zamandır savunuluyordu.
Aslında bu duruma oryante olmak çok da zor değil. Çok klişe gibi gelebilir ama bireysel olarak alışkanlıklarımızı gözden geçirdiğimizde, etiket okumaya başladığımızda, işçi haklarına saygı duyduğundan emin olduğumuz markalardan satın aldığımızda, kapsayıcı düşündüğümüzde, ayrımcılık yapmadığımızda, atıkları değerlendirdiğimizde veya azalttığımızda, bitki bazlı beslendiğimizde, yeşil dönüşüm ile ilgili bilinçlendiğimizde, elektrik ve su tüketimimizi izlediğimizde, fazla ve gereksiz tüketimden kaçındığımızda vicdanen iyi hissetmenin yanı sıra, aynı zamanda karbon ayak izimizi azaltıp, daha sürdürülebilir bir toplum olacağız. Örneğin; moda dünyası bir illüzyon yaratıyor. Kendimizi önemsediğimize dair bir illüzyon. Sanki trendleri takip edip alışveriş yaparsak, bütün problemlerimiz çözülecekmiş gibi. Bize sattıkları şey bu. Biz aslında bu illüzyonu satın alıyoruz.
Örnekler çok fazla, konuşulacak konular da. İklim adaleti alanı multidisipliner bir alan ve her alanın kendi içinde dönüşümünü gerektiriyor. Sürdürülebilir kalkınma ve bizi bekleyen küresel riskler ile ilgili atılacak her adım hem bireysel anlamda hem de yönetişim anlamında çok önemli. Toplu halde verilen çabalar, muhakkak şu andaki yaşadığımız dünyayı, daha yaşanabilir kılacaktır. Kanun koyucu ve politikacıların sadece gelecek nesiller için değil, günümüzdeki riskler için de neler yapılabileceği konusunda ikili bir vizyon benimsemeleri gerekiyor. İklim değişikliğine adaptasyon ve uyum sürecini ancak bu şekilde en az hasarla atlatabiliriz.
Etki
İnsan ve Kültür Zirvesi 2023, “Değişim” sloganıyla, şimdiye kadar tutunduğumuz tüm kutsal inekleri bırakmamız gerektiği söylemiyle dikkat çekti. Özellikle etik konusunun önemi üzerinde duruldu ve bu konuyu öncelikle yöneticilerin içselleştirmesi gerektiği vurgulandı. Ayrımcılık ve kapsayıcılık konularında politika belgeleri hazırlanması ve bunların çalışanlara güvence olarak sunulması gerektiği belirtildi. Bu durum beni şahsi olarak çok heyecanlandırdı. Şimdiye kadar hak savunucularının veya STK’ların dert edindiği ve üzerinde çalıştığı konuları, özel sektör ve diğer yönetimlerin de dert edinmesini çok kıymetli buluyorum. Çalışanlar veya yeni mezunlar artık iş seçimleri yaparken, “Bu kuruluş ne gibi bir değer/etki yaratıyor? Sürdürülebilirlik raporu var mı?” gibi sorulara öncelik veriyor. Amacımız Z kuşağına uygun hale gelmek değil, değişen ve dönüşen bir dünya var ve bizim “geleneksel” kalmamız her anlamda çok daha zorlaştı. Kelime olarak söylendiğinde kulağa hoş gelen ama uygulamada çok da başarılı olunmayan konular aslında değişen dünyanın en önemli unsurları aslında. Örneğin, artık kapsayıcılık ve çeşitlilik uzmanlıkları gibi yeni alanlar ortaya çıkıyor. Geçmişte genellikle orta yaşlı, evli erkekler tercih ediliyordu, çünkü onlar daha güvenilir olarak görülüyordu. Ancak bu düşünce yapısının değişmesi gerektiği anlaşıldı.
Bir ortamda ihtiyaç oranı yükselirse suç oranı da artış gösterir. İşte tam bu noktada herkesi kapsayan yeni bir istihdam modeli ile dönüşüm gerçekleşiyor. Bu sayede, ihtiyaç oranı düşecek ve suça yönelme oranı azalacaktır. İçinde bulunduğumuz çoklu kriz ortamının üstesinden ancak bu şekilde gelebiliriz. Göç, ekonomik kriz, iklim değişikliği gibi konular çoklu krizin unsurları olduğundan, her an yılmazlığı (resilience) yüksek bireyler olmamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Örneğin; çocukların her zaman yılmazlığı ve yeni koşullara uyum sağlama yetenekleri yetişkinlere oranla çok daha yüksektir. Tam da bu yüzden, 0-6 yaş döneminden itibaren çocukların problem çözmelerine ve yılmazlıkları için farklı uyaranlara maruz kalmalarına izin vermeliyiz.
Evrendeki her şey insan için değildir ya da insana hizmet etmek için var olmamıştır. Bu nedenle, bu düşünce yapısıyla hareket etmek ve her adımı buna göre atmak zorundayız. Dönüşüm ancak daha dayanıklı toplumlar için değişikliklere uyum ve buna uyumlu olarak yaratılan yeni ekonomik sistemler vasıtasıyla gerçekleşebilir.
Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki formu doldurunuz