Günümüz toplumunda şirketlere duyulan güvenin giderek azalması birçok diğer etmenin yanında aynı zamanda yalnızca hissedar odaklı şirket politikalarının da kaçınılmaz bir sonucu. Yıllar boyunca her sektörde karlılık birincil hedefken çevreye verilen zarar, insan hakları ihlalleri ve diğer sosyal zararlar göz ardı edildi. Günümüzde ise Biden’ın ekonomi programını açıklarken vurguladığı gibi şirketlerin sadece hissedarlarına karşı sorumlu olduğu iddiası yalnızca yanlış değil aynı zamanda artık gülünç görünmekte. 

Şirketlerin içinde bulundukları toplumlara karşı daha sorumlu davranmasına ilişkin en öncü politikaların Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde Avrupa Birliği’nden geldiği görünüyor. İngilizcede “environment, social and governance kelimelerinin baş harflerinin kısaltılması olarak ifade edilen ve zaman zaman kurumsal sürdürülebilirlik ile eş anlamlı kullanılan ESG kavramı ile, şirketlerin çevre, sosyal ve yönetim alanlarında iç ve dış tüm paydaşlarına karşı sorumlu bir şekilde hareket etmesi hedefleniyor.

ESG Kriterleri
ESG Kriterleri

Şirketlerin diğer paydaşların çıkarlarını da gözeterek sorumlu biçimde hareket etmesi için halihazırda yürürlükte olan ve beklenen bir dizi AB yasal düzenlemesinden (Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü, Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi) bahsedebiliriz. Bu yazıda bunların içeriğinden ziyade çeşitli boyutlarıyla ESG uyumluluğuna ve kurumsal sürdürülebilirlik uygulamalarına dair mevcut zorluklar ve fırsatlar ışığında ESG’nin özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki şirketler için lüks mü yoksa ihtiyaç mı olduğu sorusunu irdelemeye çalışacağız. 

Kurumsal sürdürülebilirlik uygulamaları önündeki güncel zorluklar neler?

Bu soruya her şirket tarafından verilebilecek farklı yanıtlar olsa da ilk sıraya herkes tarafından kısa dönem uyum maliyetleri yazılacağını söylemek zor olmasa gerek. ESG uyum gerekliliklerini yerine getirmek için ihtiyaç duyulan iş gücü, durum tespiti, önceliklendirme analizi gibi araçlar için dışarıdan alınacak teknik destekler, araştırmalar ve analizlerin maliyetleri ve bu analizler sonucu iş modelinde yapılması gerekecek değişiklikler düşünüldüğünde ortaya çıkan fatura, şirketleri bunun bir lüks olduğu düşüncesine itmeye yetecek kadar caydırıcı. 

Yukarıda paylaşılan yasal düzenlemelerin yanında, tüketici, hissedar ve paydaş beklentileri eğilimleri dikkate alındığında, uzun dönemde bu maliyetlerin rahatlıkla karşılanabileceği söylenebilir. Bunun yanında her ne kadar kurumsal sürdürülebilirlik uygulamalarının şirketleri avantajlı pozisyona geçirebileceği ön görülse de kısa vadede enerji maliyetleri ve diğer maliyetleri görmezden gelip uzun vadeli yatırımlar yapmanın zorluğunu kabul etmek gerek. Enerji krizi ve tüm dünyadaki ekonomik dalgalanmalar şirketler için ESG uyumluluğunu “uzun vadede şüphesiz önemli fakat bugün değil” denebilecek bir noktada konumlandırıyor. 

Son olarak ülkemizde ESG ve genel olarak Kurumsal sürdürülebilirlik raporlama (KSR) yükümlülüklerinin henüz düzenlenmemiş olması da şirketlerin karar mekanizmalarında önemli bir rol oynuyor. Henüz bir yasal düzenleme olmaması ve genel olarak ekonomi politikalarında son dönemde AB’yi takip eden rolümüz düşünüldüğünde ülkemizin yine “gör, izle, gerektiğinde uygula” yöntemiyle benzer düzenlemeleri hukukumuza ve piyasalarımıza sonradan getireceğini beklemek gerçekçi olacak. Ancak unutmamak gerekir ki, halihazırda yürürlükte olan Fransa, Almanya gibi ulusal düzenlemeler gereği bu ülkelerle ticaret yapacak şirketler de her zaman mercek altında olacak. Nihayet piyasanın dönüştüğü yönden geri kalmamak adına her zaman gelişmeleri yakından takip etmek ve sona kalmanın ticari dezavantajını hatırlamak gerekiyor 

AB düzenlemeleri bize ESG yükümlülükleri konusunda ne anlatıyor?

Büyük resme bakıldığında görünüyor ki kurumsal sürdürülebilirlik kapsamında getirilen düzenlemeler yalnızca şirketler özelinde ESG araçlarını düzenleyen enstrümanlar değil, bunun yerine AB’nin Yeşil Mutabakatı kapsamında iklim değişikliği, çevrenin korunması, enerji, ulaşım ve vergi politikaları gibi hemen her alanı kapsayan düzenlemeler bütününün bir parçasını oluşturuyor.

Bu nedenledir ki AB’nin bir bütün olarak ve üye devletler olarak politika yapıcıları ve uygulayıcıları bu değişim konusunda oldukça istekli görünüyor. Bu perspektifte, yasal düzlemde rahatlıkla söylenebilir ki, bu düzenlemelerin yürürlüğe giriş tarihleri itibariyle üye devletler tarafından gerektiği durumlarda iç hukuklarına da uygulanmasını takiben KSR ve ESG uyumluluğu lüksten veya gereklilikten öte yasal bir yükümlülük haline gelecek. 

Burada bazı detayları hatırlatmakta da fayda var. Bu düzenlemeler KSR yükümlülüğünü AB’de kurulu 50 binin üzerinde şirkete zorunlu kılacak olmasının yanı sıra AB dışında yerleşik fakat AB’de önemli ölçüde faaliyet gösteren AB dışı şirketler de bu düzenlemeden nasibini alacak.

Diğer bir ifade ile KSR hala lüks demeden önce bu geçişin ve uygulamaların zaman alacağını da göz önünde bulundurarak Fransa’da ve Almanya’da AB’yi beklemeden düzenlemelerin çoktan yürürlüğe girdiğini, hem ulusal olarak diğer ülkelerde bu konu üzerinde çalışmaların olduğunu hem de AB düzenlemelerinin yolda olduğunu hatırlamak gerekir.

Özetle, şirketlerin sadece hissedarlarına değil diğer paydaşlarına da hesap vermesi Avrupa’nın bir kısmında çoktan çeşitli boyutlarıyla yükümlülük, genelinde de yükümlülük olma yolunda ilerlemekte ve dünyanın geri kalanı da bu gelişmeleri yakından takip etmekte.

Kurumsal sürdürülebilirlik uygulamaları neden bu kadar önemli?

Şirketler faaliyetleri dolayısıyla ESG ile bağlantılı birçok risk yaratıyorken diğer yandan bu risklere kendileri de maruz kalıyorlar. Bu nedenle hem risk yaratan olmamak hem de bu risklere dirençsiz şekilde maruz kalmamak amacıyla şirketlerin ESG bağlantılı riskleri iyi tespit etmesi, bunlara çözüm üretmesi ve bu bağlamda politikalarını tüm paydaşlara karşı sorumlu şekilde biçimlendirmesi hayati önem taşımakta. 

İklim değişikliği ve finansal riskler

Gelecek 10 yıldaki en ciddi 10 risk Dünya Ekonomik Forumu tarafından listelenmiş. Hiç şüphesiz bu risklerin ve faaliyet alanlarına göre diğer risklerin tespit edilmesi şirketlerin kurumsal sürdürülebilirlik politikalarını şekillendirmesine yardımcı olacak. Bu sayede toplumda şirketlere duyulan güvensizliğin azaltılması, şirketlerin meşruiyetlerinin güvence altına alınması ve tüm paydaşlara katkı sağlamakla birlikte karlılığını arttırması mümkün olacaktır.

Tüm bunların yanı sıra şirketlerin bu riskleri tespit edip bertaraf etmek üzere politikalar benimsemesi halinde çeşitli kazanımlar elde ederken bu risklere karşı kendileri de dayanıklı hale gelecek ve uzun vadede hayatta kalmayı, finansal sürdürülebilirliklerini tesis etmeyi ve sektörlerinde öncü olmayı başarabileceklerdir.

Kurumsal sürdürülebilirlik uygulamaları çeşitli formlarda şirketlerin ajandalarında uzun yıllardır var olsa da sistematik biçimde ve şirketlerin faaliyetlerinin odağında yeni yeni yer almaya başladı. Dolayısıyla profesyonellerin bu geçişi nasıl gerçekleştireceği ve bu uygulamaları faaliyetlerinin odağına nasıl alabilecekleri sorusu akıllara gelecektir. Bu soruları gidermek için yaygın kullanılan bazı araçları incelemekte fayda var. 

Kurumsal sürdürülebilirlik uygulamaları için elverişli ESG araçları nelerdir?

Kurumsal sürdürülebilirlik uygulamaları, yürürlükte ve gelmekte olan yasal düzenlemeler, bunların uygulanması için yayımlanacak rehberler ve sahadaki pratiklerle günden güne şekillenmesi beklenen bir mekanizma olarak düşünülebilir. Şu an şirketlerin bu doğrultuda ne yapabileceği ve hangi araçları kullanabileceği sorusuna ise şu şekilde cevap verilebilir:

  • Kurumsal amacın belirlenmesi,
  • Durum tespiti (due diligence)
  • Önceliklendirme analizi (materiality assessment)
  • Paydaşlarla yeni ilişkiler,
  • Etik ve uyum,

Bu araçlar ilk defa duyulduğunda kulağa muğlak gelebilmektedir. Dolayısıyla bu kısımda bu araçların somut olarak ne anlama geldiğini ve ne formlarda uygulanabileceğini kısaca açıklamaya çalışacağız. 

  1. Kurumsal amacın belirlenmesi Milton Friedman’ın teorisinde açıkladığı gibi “şirketlerin tek kurumsal sosyal sorumluluğu karlılığı arttırmaktır” şeklinde açıklanamaz. Bu doğrultuda yeni görüşlere göre şirketlerin amacı karlı şekilde insanların ve dünyanın problemlerini çözmek olmalıdır, problem yaratarak kar elde etmek değil.  Bu alanda örnek gösterilen şirketlerden biri olan Patagonia’nın kurumsal amacı şu sözlerle ifade edilmiş: “En iyi ürünü ortaya koy, gereksiz zarara yol açma, işini ilham vermek ve çevre krizlerine çözüm üretmek için kullan”. Elbette kurumsal amaç bir cümleden ibaret değil, şirket politikalarına yön veren, hem hissedarları hem diğer paydaşları önceleyen ve değer yaratma amacı güden bir pusula olmalıdır. 
  2. Durum tespiti ise şirketin adeta röntgenini çekecek olan, ESG riskleri karşısında şirketin durumunu tespit eden ve çözüm üretmek için teşhis işlevi görecek önemli araçlardan biridir. 
  3. Önceliklendirme değerlendirmesi uygulamasında ise şirketlerin faaliyet alanları ile en ilgili ESG risklerini tespit etmesi ve bunları açıklaması gerekmektedir. Bu sayede şirketin kendisi, yatırımcılar ve diğer paydaşlar risklere dair bilgi sahibi olabilecek, riskin şirketi nasıl etkileyeceği öngörülebilecek ve yönetilmesinde de avantaj sağlanacaktır. 
  4. Paydaşlarla yeni ilişkiler geliştirmek yine kurumsal sürdürülebilirlik için bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Harvard Business Review tarafından “toplumun ihtiyaçlarına ve zorluklarına değinerek onlara değer yaratırken ekonomik değer yaratmak” şeklinde tanımlanan bu aracın uygulanmasını da çoğunlukla şirketlerin yerel halklarla bağlantılar kurarak onlara değer yaratması şeklinde görüyoruz. 
  5. Etik ve uyum ise uzun süredir şirketlerin işleyişinin bir parçası olmasının yanı sıra ESG uyumluluğunda da şirketlere yardımcı olabilecek önemli bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Uyumluluk şirketlerin etik ve dürüstlük çerçevesinde pratikler ve stratejiler edinmesini önceler. Bu nedenle de ESG metriklerinin kurumsal olarak yine etik ve dürüst iş modeli çerçevesinde iş modelinin bir parçası haline getirilmesi hususunda da etik ve uyum profesyonelleri ve onların stratejileri önemli yardımcılar olacaktır. 

Sonuç ve değerlendirme 

ESG uyumluluğu lüks mü yoksa gereklilik mi sorusuna hukuki ve pratik açıdan verilebilecek cevapları kısaca özetlemek gerekirse Avrupa’da kurulu veya orada faaliyetini sürdüren 50 binden fazla şirketi kısa ve orta vadede KSR yükümlülüğü bekliyor olacak. Bu nedenle halihazırda Fransa, Almanya gibi bazı Avrupa devletlerinde kurulu şirketlerin çeşitli yükümlülükleri tüm kıtaya yayılmış olacak ve diğer kıtalarda da yansıması beklenecek.

Pratik açıdan da şirketlere duyulan güvensizliğin git gide arttığı, şirketlerin çevre, insan hakları ve diğer sürdürülebilirlik hedefleri konusunda göstermesi gereken özen yükümlülüğünün de olmazsa olmaz bir beklenti haline geldiği toplumların her kademesinde gözlemlenebiliyor. 

Artan enerji maliyetleri ve buna bağlı tüm maliyetlerdeki artış, yükselen enflasyon her zaman şirketlerin yeni denizlere yelken açması için caydırıcı bir unsur olarak görülür. Sıfırdan ESG uyumluluğuna girişmek de çoğu şirket için böyle algılanıp bugünün işi görülmeyerek rafa kaldırılabilecektir.

Buna karşın kurumsal amaç, durum tespiti, önceliklendirme analizi gibi araçlar şirketler için bu süreci şüphesiz kolaylaştırırken aynı zamanda bunların sonucunda şirketlerin hem dönüşen piyasalara uyumlu ve rekabet edebilir hale geleceğini hem de dönüşen piyasalar ve dönüşen dünyada şirketlerin risklere karşı daha az kırılgan duruma geleceğini gözlemleyeceğiz. 

Bu nedenledir ki gidişatın malum olduğu yerde ESG uyumluluğundan kaçınmak rekabetçi dezavantajlar doğurabileceği gibi orta ve uzun vadede trenin kaçırılmasına ve şirketler için piyasanın dışına itilmelerine bile neden olabilecek sonuçlar doğurabilecektir.

Etiketler: Last modified: 12 Mayıs 2023