“Tedarik Zincirlerinde Şirketlerin Özen Yükümlülüğü Hakkında Kanun (LkSG)” (indirme linki) ya da yaygın adıyla Alman Tedarik Zinciri Yasası, 01 Ocak 2023’te yürürlüğe girdi. Yasa halihazırda, 3.000’den fazla çalışanı olan yaklaşık 1000 Alman firmasını sektör ayrımı olmaksızın kapsamı altına alıyor. Ancak 01 Ocak 2024’ten itibaren, 1.000’den fazla çalışanı olan yaklaşık 5000 Alman şirketi de bu yasanın getirdiği yükümlülüklere tabi olacak. Yasayla birlikte şirketlere, kendi işleyişlerinde ve tedarik zincirlerinde yaşanabilecek olası insan hakları ve çevre ihlallerini önlemek amacıyla birtakım yükümlülükler getirilmiş durumda. 

Bu kanun, Almanya ile ticari ilişkileri olan Türk şirketleri için de önemli sonuçlar doğuruyor. Türk şirketleri, bir yandan kanuna uyum sağlamak için gerekli adımları atmak zorundayken diğer yandan;

  • rekabet gücünü arttırma,
  • marka değerini yükseltme,
  • yeni pazarlara açılma ve
  • sürdürülebilir bir büyüme sağlama

gibi fırsatlar da Türk şirketleri için ufukta görünüyor. Bu makalede, Alman Tedarik Zinciri Yasası’nın ne anlama geldiği, bu kanuna uyum sağlamak ve bu kanundan faydalanmak için neler yapılması gerektiği konularında bilgi verilmeye çalışılacaktır. Ancak bunun için öncelikle iki ülke arasındaki ticari hacmi biraz incelemekte fayda var:

Almanya-Türkiye ticaretinin güncel durumu

Almanya ve Türkiye arasındaki ticari ilişkiler, her iki ülke için de büyük önem taşıyor. 2020’de Almanya, Türkiye’nin ihracatında birinci sırada yer alırken, ithalat verilerine göre ise Çin’in ardından ikinci sırada bulunuyor. Türkiye ise Almanya’nın en büyük 15. ihracat pazarı ve en büyük 17. ithalat kaynağı olarak yerini alıyor. Almanya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi, 2021 yılında 41,1 milyar dolar ile rekor seviyeye çıktı. Bu rakam, Türkiye’nin AB ülkeleriyle yaptığı ticaretin yaklaşık %25’ine denk gelmekte. Almanya ile Türkiye arasındaki ticaret açığı ise 2021 yılında yaklaşık 2,4 milyar dolar olarak gerçekleşti.

Almanya ile Türkiye arasındaki ticarette; otomotiv, makine, kimya, tekstil, elektrik-elektronik ve gıda gibi sektörler öne çıkıyor. Türkiye’nin Almanya’ya yaptığı ihracatın yaklaşık yüzde 40’ı otomotiv sektöründen kaynaklanırken, makine sektörü ise Türkiye’nin Almanya’dan yaptığı ithalatın yaklaşık yüzde 20’sini oluşturmakta. Ayrıca, Almanya ile Türkiye arasında hizmet ticareti de toplam hacimde önemli bir yer tutuyor. Türkiye’nin Almanya’ya yaptığı hizmet ihracatı 2020 yılında 6,2 milyar dolar, hizmet ithalatı ise 3 milyar dolar olarak gerçekleşti.

Almanya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri güçlendiren bir diğer faktör de iki ülkede faaliyet gösteren şirketlerin sayısı ve profili olarak görünüyor. Türkiye’de yaklaşık 7 bin 800 Alman veya Alman sermayeli şirket bulunurken, Almanya’da da yaklaşık bin 500 Türk veya Türk sermayeli şirket faaliyet göstermekte. 

Yatırım ilişkileri açısından ise, 2021 yılında Türkiye’nin yurtdışına yaptığı 44 milyar dolarlık toplam doğrudan yatırım stokunda, Almanya 2 milyar dolar ve %5 pay ile 3. sırada yer alıyor. Türkiye’ye gelen 218 milyar dolarlık toplam doğrudan yatırım stokunda ise Almanya, 13 milyar dolar ve %11 pay ile 2. sırayı işgal etmekte.

Türkiye’deki Alman menşeli firmaların sektörel dağılımı incelendiğinde, hizmetler ve imalat sanayi en fazla tercih edilen sektörler olarak göze çarpıyor. İmalat sanayinde özellikle gıda, hazır giyim, kimyasal ürünler, elektrik-elektronik, makine imalatı ve taşıt araçları imalatı gibi alanlar ön plana çıkarken hizmet sektöründe ise Alman yatırımcıların ticaret, turizm, haberleşme, bankacılık ve yatırım finansmanı gibi alt sektörlerde yoğunlaştığı görülüyor.

Alman Tedarik Zinciri Yasası Nedir ve Neden Önemlidir?

Günümüzün küresel ticaret sisteminde, özellikle gelişmekte olan ve üçüncü dünya ülkelerinde çevresel hassasiyet veya çalışanların sosyal hakları gibi konularda maalesef çok ağır ihlallerle karşılaşılıyor. Bu durumun oluşmasında, bu ülkelerdeki işletmelerle tedarik ilişkisi olan gelişmiş ülke şirketlerinin payı çok büyük. Bahse konu şirketler, her ne kadar tabi oldukları düzenlemelerin de etkisiyle, yerleşik oldukları ülkelerde çok ağır ihlallerde bulunmasalar bile; üretim veya hizmetlerini gerçekleştirirken faydalandıkları tedarik zincirinin paydaşlarının olası ihlallerinden çok büyük oranda sorumlular. Ancak son dönemde, gelişmiş ekonomilerin ve küresel şirketlerin dönüştürücü gücünü kaldıraç olarak kullanarak bu tip ihlallerin önüne geçmeye yönelik çabalar artmış durumda. 

İşte Alman Tedarik Zinciri Yasası da, aynı dönüştürücü mantıkla kurgulanmış bir düzenleme olarak karşımıza çıkıyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından 2011’de kabul edilen Ticaret ve İnsan Haklarına İlişkin Rehber İlkeler temel alınarak kaleme alınan bu yasa her ne kadar milli bir düzenleme olması sebebiyle sadece Alman şirketlerini kapsasa da, şirketleri tedarik zincirlerinde yaşanan olumsuzluklardan da sorumlu tutması sebebiyle yabancı ülke şirketlerini de yakından ilgilendiren önemli bir regülasyon olarak karşımıza çıkıyor. 

Yasanın amacı ve kapsamı

Alman Tedarik Zinciri Yasası’nın (indirme linki) temel amacı, şirketlerin kendi bünyesinde ve tedarik zincirleri kapsamında insan haklarına ve çevreye saygılı şekilde üretim yapmalarını sağlamaktır. Bu bağlamda, Yasa’nın kapsamına giren şirketler; zorla çalıştırma, çocuk işçi çalıştırmama, ayrımcılık yapmama, örgütlenme özgürlüğü ve iş güvenliği gibi sosyal haklara ve Minamata (civa kullanımı), Stockholm (kalıcı organik kirleticiler) ve Basel (zararlı atık) Sözleşmelerinden kaynaklanan çevresel haklara özen göstermek durumundalar.

Yasa, şirketlerin faaliyetlerini kendi faaliyetleri, doğrudan tedarikçi faaliyetleri ve ara tedarikçi faaliyetleri olarak üçe ayırıyor. Buna göre:

  • Bir şirketin kendi faaliyetleri, onun şirket amacına ulaşmak için yaptığı her türlü faaliyeti kapsar. Yurt içinde veya yurt dışında bir yerde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine bakılmaksızın, ürünlerin üretilmesi ve değerlendirilmesi ve hizmet sağlanması için yapılan her türlü faaliyet şirketin kendi faaliyeti sayılır. Bağlı şirketlerde ise üst şirketin, şirketler topluluğuna ait şirket üzerinde belirleyici bir etkisi varsa, üst şirketin kendi faaliyet alanı, şirketler topluluğuna ait bir şirketin de faaliyet alanı sayılır.
  • Doğrudan tedarikçi, şirketin ürününün imalatı veya ilgili hizmetin sağlanması ve bu hizmetten faydalanılması için tedarik faaliyeti gerekli olan malların teslimi veya hizmetlerin sağlanmasına ilişkin bir sözleşmenin ortağıdır.
  • Ara tedarikçi ise, doğrudan tedarikçi olmayan ve şirketin ürününün imalatı veya ilgili hizmetin sağlanması ve bu hizmetten faydalanılması için tedarik faaliyeti gerekli olan bir şirkettir.

Bu tanımların önemi, düzenlemenin getirdiği özen yükümlülüklerinin her üç grup için farklı farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, şirketler arası ilişkilerde rollerin yukarıdaki tanımlara göre ve doğru belirlenmesi önem arz etmektedir. Yasaya göre, doğrudan ve ara tedarikçiler arasındaki fark, Alman şirketleri tarafından uygulanacak denetimlerde ortaya çıkar. Alman şirketler, doğrudan tedarikçilere yönelik risk analizi yapmalı ve sözleşme ile uygun önleme ve iyileştirme tedbirleri almalıdır. Bununla birlikte, ara tedarikçilere yönelik yükümlülükler, insan hakları veya çevresel yükümlülük ihlallerine dair doğrulanabilir bilgi bulunursa yerine getirilmelidir.

Bu yüzden,  Türk şirketlerinin tedarik zincirindeki pozisyonlarını belirlemek önemlidir. Eğer bir Alman şirketi, bağlı bir Türk şirketinin hakim şirketi ise, bu Türk şirketi de yasa kapsamında sorumlu olacaktır. Bu durumda, Yasa, bağlı şirketin faaliyetlerini hakim şirketin faaliyeti olarak kabul eder ve bu şirketlerin sadece tedarik amaçlı ticari ilişkiler kurmadığını ve daha katı yükümlülüklere tabi olduğunu belirtir.

Ayrıca burada önemli olan bir husus da; eğer tedarik zincirinde yer alan şirketler arasındaki ilişki doğrudan tedarikçi ilişkisini suiistimal edecek şekilde tasarladıysa veya bir şirket doğrudan tedarikçiye ilişkin özen yükümlülüğünün gerekliliklerinden kaçınmak amacıyla kanunu dolanmışsa, ara tedarikçinin doğrudan tedarikçi olarak kabul edileceğine dair yer alan hükümdür. 

Yasanın getirdiği özen yükümlülükleri

Şirketler kendi tedarik zincirlerinde insan haklarına yönelik veya çevresel riskleri önlemek, en aza indirmek veya insan hakları ihlallerini veya çevresel yükümlülükleri sona erdirmek amacıyla getirilen özen yükümlülüklerini uygun bir şekilde gözetmekle yükümlü bulunuyorlar. Bu özen yükümlülükleri ise şu şekilde belirlenmiş:

  1. Bir risk yönetiminin tesis edilmesi: Şirketlerin, etkin risk yönetimi ile tüm iş aşamalarında özen yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekmektedir. İnsan hakları ve çevresel riskleri belirleyip azaltmaya yönelik etkili tedbirler alması beklenir. Şirketlerin, bir insan hakları sorumlusu atayarak risk yönetiminin denetlenmesini sağlaması ve yönetimin, sorumlu kişinin çalışmaları hakkında yılda en az bir kez bilgi edinmesi zorunludur. Şirketler, risk yönetimi sistemi kurarken ve uygularken, çalışanlarının ve tedarik zincirindeki diğer ilgili kişilerin menfaatlerini dikkate alması gerekmektedir.
  1. Düzenli risk analizinin uygulanması: Şirketlerin risk yönetimi süreçlerinde kendi faaliyet alanları ve doğrudan tedarikçilerinden kaynaklanan insan hakları ve çevresel riskleri tespit etmek için uygun bir risk analizi gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Şirket, risk analizi sonuçlarını, yönetim kurulu veya satın alma departmanı gibi karar verme yetkisine sahip olan kişilere iletmelidir. Risk analizi yılda bir kez ve önemli ölçüde değişen veya yaygınlaşan risk durumlarında kontrol edilmelidir.
  1. Bir ilkesel bildirge sunulması: İnsan hakları stratejisiyle ilgili sunulan bu bildirgede, şirketin yasal yükümlülüklerini yerine getirme prosedürü, risk analizine dayalı olarak belirlenen insan hakları ve çevresel riskler, ve tedarik zincirinde beklentilerin belirlenmesi yer almalıdır. 
  1. Kendi faaliyet alanında ve doğrudan tedarikçilere yönelik elverişli önleyici tedbirlerin sağlanması: Şirket, doğrudan tedarikçilere karşı önleyici tedbirler almakla yükümlüdür, bu tedbirler arasında tedarikçi seçiminde insan haklarına yönelik ve çevresel beklentilerin göz önünde bulundurulması, tedarikçinin sözleşme güvenceleriyle insan haklarına ve çevresel beklentilere uygunluğun sağlanması, talimat ve eğitimlerle güvencelerin uygulanması ve tedarikçinin uygunluğunu denetlemek için kontrol mekanizmalarının belirlenmesi yer alır. 
  1. İyileştirici tedbirlerin alınması: Eğer şirket, insan haklarına yönelik veya çevresel bir yükümlülük ihlalinin kendi faaliyet alanından veya doğrudan tedarikçiden kaynaklandığını veya yakın olduğunu tespit ederse, derhal uygun iyileştirici tedbirler almalıdır. Doğrudan tedarikçiler tarafından yapılan ihlaller için şirket, ortaklaşa bir plan geliştirmeli, diğer şirketlerle birleşmeye çalışmalı ve gerektiğinde iş ilişkisini geçici olarak askıya almalıdır. İş ilişkisinin sona erdirilmesi sadece ciddi ihlallerde, daha hafif araçlar mevcut değilse ve etkileme kabiliyetinin artışı umut verici görünmüyorsa gereklidir.
  1. Bir şikâyet prosedürünün tesis edilmesi: Şirketler uygun bir şirket içi şikâyet prosedürü sağlamalı, bu prosedür tüm kişilere açık ve erişilebilir olmalı, tarafsız ve bağımsız kişiler tarafından yürütülmeli ve gizlilik ile ayrımcılık veya ceza karşısında etkili koruma sağlamalıdır. Prosedür, insan hakları ve çevresel riskler ile yükümlülük ihlallerine ilişkin ihbarları kabul etmeli ve uygun bir uzlaşma süreci sunmalıdır. Şirketler, prosedürü açık ve anlaşılır bir şekilde kamuya açık hale getirmelidir.
  1. Ara tedarikçiden kaynaklanan risklere ilişkin özen yükümlülüğünün uygulanması: Eğer ara tedarikçiler tarafından insan haklarına yönelik veya çevresel bir yükümlülüğün ihlal edildiğini gösteren olgusal belirtiler (doğrulanabilir bilgi) mevcutsa, şirket derhal bir risk analizi yapmalı, ardından ihlale sebebiyet verene karşı elverişli önleyici tedbirleri belirlemelidir.
  1. Belgelendirme ve rapor sunma: Şirketlerin özen yükümlülüklerini sürekli olarak belgelendirmeleri ve bu belgeleri en az yedi yıl saklamaları gerekmektedir. Ayrıca, şirketler geçmiş mali yılın özen yükümlülüklerine ilişkin yıllık bir rapor hazırlamalı ve bunu mali yıl bitiminden itibaren dört ay içinde internet sitesinde yedi yıl süreyle ücretsiz olarak kamuya açık hale getirmelidir. Rapor, şirketin tespit ettiği insan hakları ve çevresel risklerin varlığını, özen yükümlülüklerini yerine getirme sürecini, tedbirlerin etkilerini ve etkinliğini değerlendirmeyi ve gelecekte alınabilecek tedbirler için yapılan değerlendirmeden çıkarılan sonuçları içermelidir. Bu işlemler, işletme ve ticari sırların korunması dikkate alınarak yapılmalıdır.

Özen yükümlülüğüne uygun hareket biçimi;

  • Şirketin faaliyet türü ve kapsamına, 
  • Şirketin ihlale sebebiyet vereni etkileme kabiliyetine,
  • İhlalin tipik olarak beklenen ağırlığına, 
  • İhlalden geri dönülebilirliğe, 
  • Şirketin olası ihlallere nedensel katkısının niteliğine 

göre belirlenir. Dolayısıyla, her şirketin aynı ihlale aynı reaksiyonu vermesi ya da aynı güçte tedbirler alması beklenemez.

Şirket raporları ve şikâyetler doğrultusunda yasaya uyumun denetlenmesi görevi, Federal Ekonomi ve İhracat Denetim Kurumu (BAFA)’na verilmiş durumda. Buna göre, yasaya aykırı durumlar tespit edildiğinde, firmalardan sorunun çözümü veya asgari düzeye indirilmesi talep edilebilir. Yasal sorumluluklarını yerine getirmeyen firmalar, para cezası ve/veya üç yıl boyunca kamu ihalelerine katılamama gibi yaptırımlarla karşılaşabilirler.

Tedarik zincirinde yer alan firmalarda yoğun insan hakları ihlalleri tespit edildiğinde, yasa kapsamında olan firmalara belirli bir süre verilerek önlemlerin alınması ve uygulanması talep edilebilir. Eğer alınan önlemler etkisiz kalırsa, resmi makamlar tarafından tedarikçilerini değiştirmesi teklif edilebilir; ancak bu, son çözüm olarak değerlendirilir.

Alman Tedarik Zinciri Yasası Türk Şirketlerini Nasıl Etkileyecek?

Alman Tedarik Zinciri Yasası, Türk şirketlerini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilecek bir yasal düzenleme olarak dikkat çekiyor. Doğrudan etkilenen Türk şirketleri, Almanya’da faaliyet gösteren veya Almanya’ya ihracat yapan şirketlerdir. Peki şirketlerimizi neler bekliyor ve bu beklentilere nasıl cevap verilmeli?

Alman hukuk ve danışmanlık firması Rödl&Partner’ın analizine göre Alman şirketler, tedarikçi seçiminde ve ticarette, insan hakları ve çevre konularında titiz davranarak beklentilere uygun hareket edeceklerdir. Bu süreçte, Türk şirketlerinden beklentilere uyum sağlamasına dair sözleşmesel güvenceler talep edilecektir. Ayrıca, doğrudan tedarikçilere, gerekli güvencelerin yerine getirilmesini sağlamak adına eğitimler sunulacaktır. Şirketlerin insan hakları stratejilerine uyumunu denetlemek için, sözleşmesel kontrol mekanizmaları istenecektir.

Türk şirketlerinin, Alman şirketlerle olan veya olası ticari ilişkileri açısından, şu aksiyonları alması büyük önem taşımaktadır: yazılı insan hakları politikası ve stratejisi oluşturmak, mevcut ve potansiyel insan hakları riskleri değerlendirmesi yapmak, tedarikçiler ve tedarik stratejilerini gözden geçirmek ve risk bazlı kontrol önlemlerini uygulamak.

Türk şirketlerinin kendi faaliyetleri ve tedarik ilişkilerinde dikkate alması gereken süreçleri ise şöyle sıralayabiliriz: 

  • İnsan haklarına yönelik iç değerlendirmeler ve risk değerlendirmeleri yapmak, 
  • Oluşturulan insan hakları politikasını tedarikçilere iletmek ve tedarik sözleşmelerinde, tedarikçilerden insan hakları değerlerine uygun iş yapma taahhüdü almak. 

Ayrıca, tedarik sürecinde taahhütlerin yerine getirilmesini denetlemek adına uygun kontrol mekanizmaları oluşturmak ve tedarikçilerin tedarikçilerinden de insan hakları önlemlerinin alındığına dair taahhütler sağlamak da önem arz etmektedir.

Sonuç

Alman Tedarik Zinciri Yasası’nın önemi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde ortaya çıkıyor. Ulusal düzeyde, kanun Almanya’da tedarik zincirleri konusunda yasal bir çerçeve oluşturmakta ve şirketleri sosyal ve ekolojik sorumluluk almaya teşvik ediyor. Uluslararası düzeyde ise kanun, Birleşmiş Milletler’in İş Dünyası ve İnsan Hakları İçin Temel Prensipleri’ne uyum sağlamakta ve Avrupa Birliği’nin hazırlamakta olduğu benzer bir yönergeye öncülük ediyor. Kanun ayrıca, Almanya ile ticari ilişkileri olan diğer ülkelerdeki şirketleri de etkilemekte ve onlara da insan haklarına ve çevreye saygılı bir üretim yapma zorunluluğu getiriyor.

Öte yandan, müzakere süreci devam eden AB Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi Taslağı, 500 kişilik istihdam ve öncelikli sektörlerde 250 kişilik istihdam oranı ile daha fazla firmanın mevzuat hükümlerine tabi olmasını öngörüyor. Sadece tedarik zincirini değil değer zincirini de kapsayarak ve daha geniş kapsamlı çevresel haklar ile firmaların iklim değişikliği ile mücadele taahhütlerini içerecek şekilde, Almanya’nın yasasına göre daha katı hükümler sunuyor. 

Bu makalede, Almanya’da yürürlüğe giren Alman Tedarik Zinciri Yasası hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır. Kanun, Türk şirketleri için hem bir zorluk hem de bir fırsat sunmaktadır. Türk şirketleri, kanuna uyum sağlayarak hem Almanya ile ticari ilişkilerini güçlendirebilir hem de küresel pazarlarda rekabet gücünü arttırabilir. Bunun için, Türk şirketleri üretim süreçlerini, tedarikçilerini, müşterilerini ve iş ortaklarını insan haklarına ve çevreye saygılı olmaya teşvik etmeli, gerekli politikaları oluşturmalı, eğitim vermeli, denetlemeli, raporlamalı ve şeffaf olmalıdır. Ayrıca, Türk şirketleri yenilikçi çözümler üretmeli, ürün ve hizmet portföyünü geliştirmeli, işbirliği yapmalı ve farkındalık yaratmalıdır. Bu sayede, Türk şirketleri sadece kanuna uyum sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda sürdürülebilir bir büyüme sağlayacaklardır. Bu makaleyi okuyan Türk şirket sahipleri ve yöneticilerine çağrımız şudur: Alman Tedarik Zinciri Yasası’na hazırlıklı olun ve bu kanundan faydalanın. Unutmayın ki bu kanun sadece Almanya ile sınırlı kalmayacak, Avrupa Birliği ve diğer ülkeler de benzer yasalar çıkarmaya hazırlanıyor. Bu nedenle, insan haklarına ve çevreye saygılı bir üretim yapmak artık bir seçenek değil, bir zorunluluktur.

Etiketler: , , , , , , , , , , , , Last modified: 12 Mayıs 2023