Şirketlerin tedarik zincirlerinden kaynaklanan emisyonlar, kendi operasyonlarından kaynaklanan emisyonların yaklaşık 11 katıdır. Bu nedenle, tedarik zincirlerinden kaynaklı emisyonların dizginlenmesi, küresel ısınma ile mücadele açısından da oldukça önemli bir yer tutuyor. Özellikle çok uluslu şirketlerin tedarik zincirlerini oluştururken sosyal konulara önem vermesi, az gelişmiş ülkelerde yaşanan çocuk işçiliği veya kirli enerji kullanımı gibi sorunların engellenmesi açısından kritik bir yer teşkil ediyor. Tedarik yönetiminde dijital çözümlerin kullanılması gibi teknik iyileştirmeler ise ortak ARGE projelerinin geliştirilmesi, satış sonrası hizmetler, dokümantasyonda otomasyon gibi bir takım avantajlar sunuyor.

Yapılan araştırmalar, şirketlerin sera gazı emisyonlarının yaklaşık %70’inin tedarik zincirlerinden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Bu nedenle, ürünlerin tüm yaşam döngüsü boyunca, beşikten mezara kadar olan süreçte, sera gazı emisyonları ve kaynak kullanımının dikkatlice yönetilmesi büyük önem taşıyor. Tedarik zincirlerindeki olumsuz etkileri azaltmak için döngüsel üretim modeline geçiş, geri dönüştürülmüş malzemelerin üretim süreçlerinde daha fazla kullanılması ve daha dayanıklı ürünlerin üretilmesi gibi uygulamalar sürdürülebilirliği artırmada öne çıkıyor.

Alman Tedarik Yasası“, “Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi” ve “Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi” gibi düzenlemeler, tedarik zincirlerinde faaliyet gösteren şirketler için sürdürülebilirlik konusunu zorunlu bir hale getirmeye başladı. Bu yeni düzenlemelere uyum sağlamak amacıyla birçok çok uluslu şirket, sürdürülebilirlik, hukuk, finans, insan kaynakları, risk yönetimi ve satın alma gibi departmanlarını görevlendirerek çalışmalarını hızlandırdı.

Sürdürülebilir Tedarik Zinciri Yönetiminin Faydaları

Finansal Performans: Son dönemde yapılan istatistik çalışmaları, şirketlerin ESG performansları ile ekonomik performansları arasında doğru orantı olduğunu gösteriyor. ESG performansı daha yüksek olan şirketlerin gelecekte daha kârlı olacağı değerlendirildiği için, bu şirketlerin yapılan değerlemelerde daha yüksek piyasa değerine ulaştığı görülüyor.

Yeşil Finansmana Erişim Kolaylığı: Pek çok yatırım fonu ve banka, sürdürülebilir yatırımların gelecekte daha fazla kazandıracağını düşündüğünden, finansal kaynaklarının önemli bir bölümünü bu tarz yatırımlara kaydırıyor. Özellikle AB Taksonomisi’nin yürürlüğe girmesi ve bu çerçevede şirketlerin sermayelerinin ne kadarını sürdürülebilir yatırımlar için kullandıklarını rapor etmeleri, sürdürülebilir fon miktarını büyük ölçüde artırdı.

İş Modelinde Yenilikçilik: Sürdürülebilir tedarik yönetiminin en önemli faydalarından biri, şirketlerin ortak projeler üzerinde çalışarak döngüsel ekonomi modeline geçiş yapmalarını teşvik etmesidir.

Yüksek Verimlilik: Sürdürülebilir olmanın maliyeti olduğu doğrudur. Ancak, şirketlerin sürdürülebilir uygulamaları benimsemeleri, uzun vadede kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlayarak önemli tasarruflar elde etmelerine yardımcı olur. Emisyonların azaltılması, üretimde ikincil malzemelerin kullanılması ve ambalajlamanın optimizasyonu, tedarik zincirlerinden kaynaklanan maliyetleri düşürür. Deloitte tarafından yapılan bir araştırmaya göre, şirketlerin %64’ü sürdürülebilirlik programları sayesinde lojistik ve tedarik zinciri maliyetlerinde azalma yaşamıştır.

Risk Yönetimi: Tedarik zincirlerinde sürdürülebilirlik uygulamaları, geri dönüşüm oranı ve AB Paketleme Direktifi gibi düzenlemelerden kaynaklanacak risklerin azaltılması açısından oldukça faydalı. Ayrıca, üretim süreçlerinde kaynak kullanımının azaltılması, tedarik zincirlerinde çeşitli nedenlerden dolayı yaşanabilecek kırılmalara karşı şirketlerin dayanıklılığını artırıyor.

Tüketici Sadakati: İklim değişikliğinin sertleşen etkileri, sürdürülebilirliğin önemini tüketici sadakati açısından da artırıyor. Eğitim sisteminde sürdürülebilirlik konularına daha fazla yer verilmesi özellikle Z kuşağının sürdürülebilir ürünlere daha fazla rağbet göstermesini sağlıyor.

Çalışanlar İçin Cazibe Merkezi Olma: Sürdürülebilirlik konusunda gelen düzenlemeler ve değişen tüketici davranışları, nitelikli çalışanların ESG performansı yüksek şirketlerde çalışma arzusunu güçlendiriyor. Pazar daralması riski ile karşı karşıya olan şirketlerin, gelecek yıllarda nitelikli çalışanları bünyesine katma konusunda zorlanacağı tahmin ediliyor.

Sürdürülebilir Tedarik Politikaları Önündeki Engeller

Şirketler, fosil yakıtlara dayalı cihazların amortisman ömrü tamamlanmadan yenilenmesine yönelik yapılması gereken yatırımlar konusunda isteksiz davranabiliyor. Finansal değerlendirmelere dayanan bu yaklaşımın kısa dönem değişmesi de pek mümkün değil. Öte yandan, jeopolitik riskler de tedarik zincirlerinde ESG pratiklerinin uygulanmasını güçleştiriyor. Artan enerji fiyatları ve yüksek enflasyon gibi harici faktörlerin de etkisi ile şirketler ESG konusunda maliyet getirecek adımları atmakta çekingen davranabiliyor.

Gerek ARGE konusundaki yetersizlikler, gerekse de toplama mekanizmalarının yeterince gelişmemesi nedeni ile atık haline gelen ürünler üretim süreçlerinde yeterince yeniden kullanılamıyor. Geri dönüştürülmüş malzemenin üretim süreçlerinde kullanılabilmesi için ayrıca  yatırımların yapılması gerekiyor.

Tedarik Zincirlerinde Sürdürülebilirlik Kavramında Ana Trendler

Tedarik zincirlerinde sürdürülebilirlik kavramı, şirketlerin faaliyet alanlarına, ölçeklerine ve tabi oldukları düzenlemelere göre değişkenlik gösteriyor. Bu bağlamda, her şirketin ESG alanında odaklanması gereken konular farklılık gösterse de, insan hakları, döngüsel ekonomi ve dekarbonizasyon gibi konular tüm tedarik zincirlerini etkileyen ana trendler olarak öne çıkıyor. Özellikle insan haklarına yönelik özen yükümlülüklerinin yasal bir zorunluluk haline gelmesi ve sosyal medyanın etkisiyle marka imajı açısından çalışanlara yönelik tutumların önemi artıyor. Bu durum, insan hakları konusunda yüksek performans gösteren şirketlerin yatırımcılar nezdinde değerinin artmasına yol açıyor.

Tedarik zincirlerinin karmaşık yapısı nedeniyle, şirketler özellikle ikinci basamak tedarikçiler ve daha alt seviyedekiler hakkında net bir görüşe sahip olmakta zorlanıyor. Çok uluslu şirketler, özen yükümlülükleri çerçevesinde, bu alt seviye tedarikçilerin insan hakları ve çevre ihlallerini belirleme ve düzeltme konusunda güçlük çekiyor. Avrupa Birliği’nde yakında yürürlüğe girecek olan Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi, çevre ve insan haklarına ilişkin sorumluluklarını yerine getirmeyen şirketlerin tedarik zincirlerinden çıkarılmasına yönelik hukuki altyapıyı güçlendiriyor.

Tedarik zincirlerini doğrudan etkileyen bir diğer önemli konu ise, dünya genelinde artan karbon düzenlemeleri ve Paris İklim Anlaşması kapsamında belirlenen 1.5 derece küresel ısınma sınırını koruma hedefidir. Bu bağlamda, şirketler net-sıfır taahhütlerini yerine getirmek ve sera gazı emisyonlarını azaltmak için dekarbonizasyon faaliyetlerini artırıyor. Büyük şirketler, orta ve uzun vadeli net-sıfır hedeflerine ulaşmak için, tedarik zincirlerindeki şirketlerden de emisyon azaltımı yapmalarını talep ediyor.

Benzer bir şekilde, üretim süreçlerinde enerji ve kaynak kullanımını azaltmayı hedefleyen döngüsel ekonomi modeline geçiş, tedarikçi seçimlerinde göz önünde bulundurulması gereken önemli bir konudur. Tasarım aşamasından itibaren kaynak kullanımını optimize ederek kapalı bir döngü oluşturmak ve ürünlerin tamir edilebilirliğini artırarak atık miktarını azaltmak, şirketlerin öncelik vermesi gereken alanlardandır. Kaynak bağımlılığını azaltmak ve ürünlerde geri dönüşüm oranını artırmak amacıyla yapılan yeni düzenlemelere uyum, döngüsel ekonomi modeline geçişle mümkün olacaktır.

Sürdürülebilirlikle ilgili faaliyetler; değer zincirinde yer alan ürün geliştirme, lojistik, dağıtım, satış sonrası hizmetler ve ürünlerin yaşam sonu işlemleri de dahil olmak üzere oldukça geniş bir yelpazeyi kapsadığı için çok yönlü görev ve sorumluluklar ortaya çıkıyor. Şirketlerde bulunan departmanların her birisi, değer zincirlerinde dekarbonizasyon, döngüsellik ve insan haklarının iyileştirilmesi alanlarına koordineli katkılar sunmalıdır. Bu kapsamda, departmanlar arasında yatay ilişkilerin güçlendirilmesine ihtiyaç duyuluyor. Aksi takdirde, silo mantığı ile konuya yaklaşıldığında ihtiyaç duyulan koordinasyonun sağlanması güçleşiyor. Tedarik zincirlerinde sürdürülebilirliğin artırılması için ihtiyaç duyulan adımlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz;

  • Materyal ihtiyacının azaltılması
  • Üretimden kaynaklı atık miktarlarının azaltılması
  • Yeni ürün modalite fırsatları
  • Tekrar kullanım sayesinde yatırım dönüş süresinin kısaltılması
  • Atık yönetim maliyetlerinin azaltılması
  • Sera gazı emisyonlarının azaltılması
  • Enerji tüketiminin azaltılması
  • Dağıtımda verimliliğin artırılması

Sonuç ve Değerlendirme

Sürdürülebilirlik konusu gelecek yıllarda, yasal düzenlemeler ve değişen tüketici davranışları nedeni ile  iş dünyası açısında marka itibarından çok daha fazla anlam ifade edecektir. Özellikle çok uluslu şirketler başta olmak üzere büyük şirketlerin üretim süreçlerinde sürdürülebilirliği merkeze almaları ve tedarik zincirlerinde bulunan partnerlerinin kendilerine ayak uydurmalarını istemeleri, KOBİ ölçeğindeki şirketleri de sürdürülebilir üretim pratiklerini benimsemeye zorluyor. Net-sıfır ekonomilere geçiş sürecinin karmaşıklığı da dikkate alındığında şirketlerin, sürdürülebilirlik kültürünü öncelikle yönetim kurullarından başlamak üzere yönetim kültürlerine entegre etmeleri gerekiyor. Bunun için de GRI, CSRD veya ISSB gibi raporlama çerçevelerini esas alarak ve kurum bünyesinde sürdürülebilirlikle ilgili konuları yönetecek ehil bir organizasyon yapısı oluşturarak net-sıfır ekonomiye geçiş sürecinin beraberinde getirdiği risk ve fırsatların yönetilmesine ihtiyaç duyuluyor. Aksi takdirde şirketlerin tedarik zincirlerinde rekabet güçlerini korumaları giderek zorlaşacaktır.

NOT: Bu yazı, Deloitte tarafından hazırlanan “Sustainable Supply Chain Transformation” raporundan yararlanılarak kaleme alınmıştır.

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , Last modified: 30 Aralık 2023